Nâbî Kimdir, Edebî Kişiliği ve Hayatı Hakkındaki Bilgiler Nelerdir?

Hayatı

DT: 1642
ÖT: 1124/1712

Hâkimiz mevlididir Hazreti İbrahim’in
Nâbîya râst makâmında Ruhâvî’yiz biz 
Vatanım şehr-i dil ârâ-yı Ruhâ
Vakt-i tahrir makarrim şehbâ

Yukarıdaki beyitlerden anlaşılacağı üzere şairimiz, eski adı Ruhâ olan Urfa’da 1642 yılında doğmuştur. XII. yüzyılın ikinci yarasında yaşamıştır. Nâbî’nin asıl adı ise aşağıdaki beyitte belirtildiği gibi Yusuf’tur.

Kemînen Yusuf-ı Nâbî’yi ahbâb ü akârible
Şefâ’at ya Habîba’llâh şefâ’at ya Rasula’llâh

Çocukluk ve gençlik yıllarını Urfa’da geçirmiş ve Urfa’da iyi bir eğitim almıştır. Farsça ve Arapçaya hâkim olan şair, ailesinden bahsederken ilim sahibi olduklarını söylemiştir. Urfa’nın tanınmış ailelerinden Hacı Gaffarzadelere mensup olduğu düşünülmektedir. Kökeni Şeyh Ahmed-i Nakşîbendî’ye dayanmaktadır. 

Nâbî, 24 yaşında İstanbul’un yolunu tutar. İlk zamanlarda umduğunu bulamaz. Kimse ona yardım etmemiştir. Hayallerinin yıkılmaya başladığı bir zamanda Musahip Mustafa Paşa’nın ona kanat germesi sonucu Nâbî’nin gerek sanat hayatı gerek yaşam kalitesi yükselmeye başlamıştır. Bu olaydan sonra Nâbî, Mustafa Paşa’nın divan kâtibi olur. Mustafa Paşa ile Lehistan Seferine katılır. Kamaniçe’nin alınmasına dair iki tarih düşürür. Bu tarihlerden biri Kamaniçe’nin kapısına neşredilir. 

1678’te hac vazifesini eda etmiştir. Şair, Mustafa Paşa’nın ölümüne kadar (1687) Mustafa Paşa'nın himayesinde kalmıştır. Paşa öldükten sonra, İstanbul’dan bilinmeyen bir nedenden ötürü Halep’e taşınmış ve burada evlenmiştir. Halep’te devletin imkânlarıyla rahat bir yaşam sürmüştür. Burada kaldığı yıllarda yazdığı bazı şiirlerinde İstanbul’u özlediğini dile getirmiştir. Baltacı Mehmet Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesiyle sevdiği İstanbul’a tekrar dönmüştür. Bu dönüş, o dönemin sanatçılarını çok sevindirmiştir. Ancak İstanbul’a ikinci gelişinden iki yıl sonra şiddetli bir hastalığa yakalanmış ve kısa bir süre sonra(1712) vefat etmiştir. Yusuf Nâbî, Karacahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Sonraki dönemlerde bazı padişahlar tarafından mezarı birkaç kez onarılmıştır.

Yusuf Nâbî, tahtta altı padişah gören bir şairdir. Padişahlara kasideler sunarak çeşitli iltifatlar almıştır. IV. Mehmet Devri’nin onun için çok önemli ve anlamlı olduğunu belirterek beyitlerinde bu dönemi özlediğini belirtmiştir.

Nâbî, 30 yıla yakın İstanbul ve Edirne’de yaşadığını bir beytinde belirtmiştir. Halep’te de çeyrek asır kaldığı tahmin edilmektedir.

Edebî Kişiliği

17. yüzyılda divan edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biridir. Gerek döneminde gerek döneminden sonra kendisinden övgüyle bahsettirmiştir. Hem kendi döneminde hem de kendi döneminden sonra birçok sanatçıyı etkilemiş, “Nâbî Mektebi”ini oluşturmuştur. “hikemî şiirin” öncüsü olmuştur. Kendi döneminde sanatçılar tarafından “Şeyhu’ş Şu’ara” olarak anılmıştır:

“Elli yıldur ki müsellem sana seccâde-i nazm
Şimdi sensin şu’arâ zümresine şeyh-i kebîr 
O zamanlar sana teslîm idi meydân-ı su‘han
Ki senün sözlerüne Nâ’ilî olmışdı esîr”

beyitleriyle bu durumu adeta özetlemiştir.

Şiirlerinde didaktik bir üslup vardır. Okuyucularına nasihat edip yol gösterme tavrı içerisine girmiştir. Yaşadığı çağın sosyal aksaklıkları, bozuklukları ve ahlaki değerlerini işler. Nasihat verme amacı güttüğü için sade bir İstanbul Türkçesi kullanmaya özen gösterir. Kaynakların belirttiğine göre Nâbî hoşsohbet, kültürlü, zeki, çok güzel konuşan, şiire kazandırdığı hikemî tarz dolayısıyla kendisinden sıkça söz edilen bir sanatkârdır. Nihat Sami Banarlı, Nâbî’yi anlatırken “XVII. asır Divan şiirinde bir tefekkür edebiyatı çığırı açacak ve kendi adıyla anılabilir bir şiir mektebi teessüs edecek kadar, şiirde değişik bir şahsiyet ve hususiyet gösteren geniş tesirli bir şair...” sözlerini kullanmıştır. İbrahim Alaaddin Gövsa Nâbî için “Nâbî'nin şiirleri histen fazla fikre hitap eder.” demiştir. Anlaşılacağı üzere Nâbî’nin eserlerinde fikir önemli yer tutar. Nâbî bir nevi filozoftur. Fuzûlî’nin şiir için “İlimsiz şiir, temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir.” deyişinin önemli olduğu kadar Nâbî’nin de “Manasız şiir söylemek, ağını sudan balıksız çekmeye benzer.” deyişi önemlidir. Fuzûlî için “ilim” neyse Nâbî için de “mana” odur.

Şiiri insanlara doğru yolu göstermek için bir araç olarak kullanmıştır. Olaylara ve eşyalara ibret gözüyle bakmış, baktırmıştır. Dili iyi kullanmış, Türkçeyi sevmiş, Türkçenin inceliklerini şiirlerinde işlemiştir. İnce bir şiir işçiliği vardır. Akıcı bir üslubu vardır. Dinî şiirlerinde lirizmin arttığı görülmektedir.  

Şiirlerinde geniş bir konu alanı vardır. Atasözleri ve deyimlere sıklıkla vermiş hatta kendisinin de söylediği bazı beyitler darb-ı mesel olmuş, dilden dile dolaşmıştır. Bu konuyu bir beytinde şöyle belirtir:

Sözde darbü'l-mesel îrâdına söz yok ammâ
Söz odur âleme senden kala bir darb-ı mesel

Bununla beraber bir de çokça anılan güzel bir muamma yazmıştır:

"Bende yok sabr u sükûn, sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre."

Nâbî, bu metne, kendi adını saklamış ve iki yoktan ne çıkar derken Farsça olan nâ ve bî yokluk eklerini kastederek kendi mahlasını sormuştur. Bu da onun dile ne kadar hâkim olduğuna bir delildir. 

Nâbî’nin musikiye de ilgisi vardır. Bir eserini bestelediği kaynaklarda yer almaktadır. Gazel, kaside, mesnevi, rubai ve nesir türlerinde eser vermiştir. Hikemî gazelleriyle tanınmıştır. Divan’ının birçok nüshanın olması ne kadar sevildiğini en büyük göstergesidir. 


Eserleri

Elimize ulaşan altı manzum, dört mensur toplam on eseri mevcuttur.
  1. Divan: 100’den fazla nüshası vardır. Kaside, gazel, rubai, tahmis, terkib-i bend, kıt’a, muamma, lügaz vb. birçok türü içinde barındıran hacimli bir divandır. Nâbî’nin en önemli eseridir. Gazelleri ve kasideleriyle öne çıkmıştır. Ayrıca Nâbî’nin buradaki tarih düşürmeleri de önemlidir.
  2. Farsça Divançe (Manzum): Türkçe Divanı içerisinde bulunan Farsça yazdığı şiirleri barından kısımdır. Gazel, tahmis, tarih vb. türlerde şiirler barındırır. 
  3. Hayriyye (Hayrînâme) (Manzum):  Nâbî en çok bilinen eserlerinin başında gelmektedir. Bu eseri Halep’te yazmıştır. Nasihatnâme özelliği taşır. Şair, hayattaki izlenimlerini, tecrübelerini beyitler vasıtasıyla oğlu Ebuhayr’a aktarmıştır. 1660 beyitten oluşmaktadır. Yaşadığı devri başarılı bir şekilde yansıtmıştır. 
  4. Terceme-i Hadis-i Erbain (Manzum): Molla Camî’nin aynı adlı eserini manzum olarak çevirmiştir. 
  5. Hayrâbâd (Manzum):  Halep yıllarında yazmıştır. İranlı şair Attar’ın İlahinâme’sinden esinlenerek yazılmıştır. Aşk konulu bir mesnevidir. Sürükleyici bir roman tadı vardır.
  6. Surnâme (Manzum):  1675’te padişah IV. Mehmet’in çocukları için düzenlenen ve on beş gün süren sünnet düğününü konu edinir. 587 beyitten oluşan bir mesnevidir. Canlı bir anlatım vardır. Detaylara önem vermiştir. 
  7. Fetihnâme-i Kamaniçe (Mensur): IV. Mehmet’in 1671yılında çıktığı Lehistan Seferi’ni konu alır. Sefer sırasında iki tarih düşürür, biri Kamaniçe Kalesi’nin kapısına kazınır.
    “Târîhini felekde melek yazdı Nâbî'yâ
    Düşdi Kamançe hısnına nûr-ı Muhammedî”
  8. Tuhfetü'l-Haremeyn (Mensur): Nâbî’nin hac vazifesini yerine getirmek için çıktığı yolda, gördüğü yerleri  konu alan bir seyahatnamedir. Hac vazifesinin esaslarını ayrıntılı olarak ele almıştır. Eseri hacdan döndükten sonra kaleme almıştır. Sanatlı bir dille kaleme alınmıştır. İçerisinde Farsça, Türkçe, Arapça beyitler vardır. 
  9. Zeyl-i Siyer-i Veysî (Mensur): Veysî’nin peygamberimizin hayatını Bedir Savaşı’na kadar anlattığı siyerini, Mekke’nin Fethi’ne kadar olan kısmını eklemiştir. Sanatlı bir üslupla ele alınmıştır.
  10. Münşeât-ı Nâbî (Mensur): Nâbî’nin özel ve resmî mektuplarını barındıran eserdir. Birçok nüshası vardır. Belge niteliği taşır. Sanatlı bir dille yazılmıştır. Bu eserden Nâbî’nin çevresinin geniş olduğu ve sevilen bir kişilik olduğu anlaşılıyor. 

Hazırlayan: Ramazan Direkçi
Kaynak: KAPLAN, Prof. Dr. Mahmut (2012), "Hikmet Şairi Yûsuf Nâbî", Aralık, Ankara. ÖTKÜN, Ramazan (2013), "Dinî ve Tasavvufî Yönden Nâbî’ Divanı’nın Tahlili", Bursa. https://islamansiklopedisi.org.tr/nabi CEYHAN, Âdem (2010), "Nâbi’nin Şiir ve Diğer Edebî Konular Hakkındaki Görüşleri", Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 5,s. 1-34 İstanbul,
İçeriklerimiz, pdf anlatımlar dahil, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nca korunmaktadır. Telif haklarının herhangi bir şekilde ihlali, başka yerlerde isimsiz yayımlanması, çeşitli kitap kaynaklarında izinsiz yer alması, içeriğin izinsiz kopyalanıp başka bir isimle tanıtılması vb. ile yapan kişi, kişiler veyahut kurumlar hakkında gerekli işlemler başlatılacaktır. 
Türkçe ve Edebiyat yönetimi.
Daha yeni Daha eski