Deyimler ve atasözleri, öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin en zorlandığı içeriklerden birine sahiptir. Hem de Dilimizin Zenginlikleri projelerinde sıkça kullanılmaktadır. Özellikle LGS sorularında karşımıza sıkça çıkan bu içeriklerde tek tek deyimler ve anlamları verilmiştir. Bu konunun en altında yer alan linkten PDF hâlini indirebilirsiniz.
| # | Deyim | Anlamı |
|---|---|---|
| 1 | Aba altından değnek göstermek | Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak. |
| 2 | Abacı, kebeci, ara yerde sen neci? | “Tamam, ilgililer bu işe karışabilir ama senin ne işin var?” anlamında kullanılır. |
| 3 | Abayı yakmak | Gönül verip âşık olmak, tutulmak. |
| 4 | Abbas yolcu | 1. Yola çıkmaya kesin kararlı. 2. Ölmek üzere olan. |
| 5 | Abesle iştigal etmek | Yersiz, anlamsız, boş işlerle uğraşmak. |
| 6 | Abuk sabuk konuşmak | Düşünmeden, ilgisiz, saçma sapan söz söylemek. |
| 7 | Abur cubur | Yararsız, rastgele yenen yiyecekler. |
| 8 | Aceleye getirmek (dara getirmek) | 1. Bir işi gerektiği gibi yapmayıp zamanı bahane ederek aldatmak. 2. Özen göstermemek. |
| 9 | Acemi çaylak | Toy, tecrübesiz, beceriksiz kimse. |
| 10 | Acı çekmek (duymak) | 1. Ağrı, sızı duymak. 2. Üzülmek, kederlenmek. |
| 11 | Acısını çekmek | Yapılan yanlışın doğurduğu sıkıntıyı yaşamak. |
| 12 | Acısını çıkarmak | 1. Öç almak. 2. Zararı telafi etmek. |
| 13 | Acı soğuk | Keskin, çok üşütücü soğuk. |
| 14 | Acı söz | Gönül inciten, ağır söz. |
| 15 | Aç acına | Aç olarak, hiçbir şey yemeden. |
| 16 | Açığa çıkarılmak (alınmak) | İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek. |
| 17 | Açığa vurmak | Gizli şeyi ortaya çıkarmak. |
| 18 | Açığı çıkmak | Eksikliği, eksiği olduğu anlaşılmak. |
| 19 | Açığını bulmak | Bir işteki hatayı veya hileyi ortaya çıkarmak. |
| 20 | Açık alınla | Şerefli, onurlu biçimde, yüzü ak olarak. |
| 21 | Açık bono vermek | Birine sınırsız yetki tanımak. |
| 22 | Açık kalpli (yürekli) | Samimi, içi dışı bir, dürüst kimse. |
| 23 | Açık kapı bırakmak | Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilmek için imkân bırakmak. |
| 24 | Açık konuşmak | Gerçeği saklamadan, çekinmeden söylemek. |
| 25 | Açık saçık | Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık (söz, davranış, giyim). |
| 26 | Açık seçik | Çok açık, belirgin, anlaşılır. |
| 27 | Açıkta kalmak | 1. İş bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. |
| 28 | Açıktan kazanmak | Emek harcamadan gelir elde etmek. |
| 29 | Açık vermek | 1. Gelir gideri karşılamamak. 2. Farkında olmadan gizli şeyi belli etmek. |
| 30 | Açlıktan nefesi kokmak | Çok fakir olmak, uzun süre aç kalmak. |
| 31 | Açmaza düşmek | Çıkışı olmayan güç bir durumda kalmak. |
| 32 | Aç susuz kalmak | Fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek. |
| 33 | Adama dönmek | Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek. |
| 34 | Adamdan saymak | Değeri olmadığı hâlde birine kıymet vermek. |
| 35 | Adam etmek | 1. Eğitip yetiştirmek. 2. Düzene sokmak. |
| 36 | Adam evladı | İyi yetişmiş, özü sözü doğru kimse. |
| 37 | Adam içine çıkmak | Toplum içine karışmak. |
| 38 | Adam olmak | 1. Büyüyüp iş güç sahibi olmak. 2. Olgunlaşmak. |
| 39 | Adam (insan) sarrafı | İnsanların iyisini kötüsünü ayırabilen deneyimli kimse. |
| 40 | Adam sen de | Bir işi önemsiz görmek, aldırmamak. |
| 41 | Adam sırasına geçmek | Artık saygı duyulan bir konuma gelmek. |
| 42 | A’dan Z’ye kadar | Baştan sona, bütünüyle. |
| 43 | Adı batmak | Adı anılmaz olmak, unutulmak. |
| 44 | Adı çıkmak | Kötü şöhret kazanmak. |
| 45 | Adı kalmak | Ortadan kalktıktan sonra adı dillerde dolaşmak. |
| 46 | Adı karışmak | Bir olaya adı bulaşmak. |
| 47 | Baba adam | Ağırbaşlı, olgun, hoşgörülü kişi. |
| 48 | Babası tutmak | Çok öfkelenmek. |
| 49 | Babana rahmet | “Yaptığın iş çok yerinde” anlamında memnunluk bildiren söz. |
| 50 | Baba ocağı | Babadan, atadan kalma ev veya yurt. |
| 51 | Babasının hayrına mı | Hiçbir çıkar gözetmeden yapmak (genelde olumsuz anlamda). |
| 52 | Bağ bozmak | Bağda son kalan ürünü toplamak. |
| 53 | Bağrına basmak | 1. Sarılmak. 2. Koruyup kayırmak. |
| 54 | Bağrına taş basmak | Sessizce acıya katlanmak. |
| 55 | Bağrını delmek | İçine işlemek, çok dokunmak. |
| 56 | Bağrı yanık | Çok acı çekmiş, dertli kimse. |
| 57 | Bahse girmek | Bir iddiaya girmek. |
| 58 | Bahtı kara | Mutsuz, talihsiz kimse. |
| 59 | Baklayı ağzından çıkarmak | Gizlediği şeyi söylemek. |
| 60 | Baldırı çıplak | İşsiz güçsüz, ayak takımı. |
| 61 | Bal dök (de) yala | Çok temiz yerler için söylenir. |
| 62 | Balgam atmak | Kuşku uyandıracak söz söylemek. |
| 63 | Bal gibi | 1. Çok tatlı. 2. Çok iyi, adamakıllı. |
| 64 | Balık etinde | Ne zayıf ne şişman, biçimli. |
| 65 | Balık istifi | Çok sıkışık durumda. |
| 66 | Balık kavağa çıkınca | Olmayacak şeyleri anlatmak için söylenir. |
| 67 | Balon uçurmak | Aslı olmayan haber yaymak. |
| 68 | Balta olmak | Musallat olmak, sürekli rahatsız etmek. |
| 69 | Baltayı taşa vurmak | Pot kırmak, farkında olmadan kırıcı söz söylemek. |
| 70 | Bam teline basmak | Birinin duyarlı olduğu konuya dokunmak. |
| 71 | Bana mısın dememek | Hiç etkilenmemek, aldırmamak. |
| 72 | Barut fıçısı | Her an kavga çıkabilecek yer. |
| 73 | Cadı kazanı | Dedikodulu, karışık ortam. |
| 74 | Caka satmak | Gösteriş yapmak. |
| 75 | Cambul cumbul | Sulu yemek için kullanılır. |
| 76 | Cana can katmak | Yaşama sevincini artırmak. |
| 77 | Can alacak yer (nokta) | Bir şeyin en önemli bölümü. |
| 78 | Cana minnet bilmek | Seve seve kabul etmek, lütuf saymak. |
| 79 | Can atmak | Bir şeyi çok istemek. |
| 80 | Can borcunu ödemek | Ölmek. |
| 81 | Cana yakın | Sevimli, sıcak davranan kimse. |
| 82 | Can baş üstüne | Memnuniyetle yapılacağını belirtmek. |
| 83 | Can çekişmek | Ölmek üzere olmak. |
| 84 | Can damarı | En önemli kısım, yaşamsal unsur. |
| 85 | Can evinden vurmak | En hassas noktadan etkilemek. |
| 86 | Can havliyle | Ölüm korkusuyla, telaşla. |
| 87 | Canı burnuna gelmek | Çok zorlanmak, bunalmak. |
| 88 | Canı çekmek | Çok istemek, arzulamak. |
| 89 | Canı çıkmak | Çok yorulmak, yıpranmak. |
| 90 | Canı gitmek | Değer verdiği şeye zarar gelecek diye korkmak. |
| 91 | Canına değmek | Yaptığı şeyden büyük haz duymak. |
| 92 | Canına kıymak | Kendini öldürmek. |
| 93 | Canına okumak | Büyük zarar vermek. |
| 94 | Canına tak demek | Sabrı tükenmek. |
| 95 | Canına yetmek | Bezmek, dayanamaz hâle gelmek. |
| 96 | Cehennem olmak | Defolup gitmek. |
| 97 | Çaba göstermek | Bir işi başarmak için uğraşmak. |
| 98 | Çabalama kaptan ben gidemem | “Boşuna uğraşma, yapamam” anlamında deyim. |
| 99 | Çağ açmak | Yeni bir dönemi başlatmak. |
| 100 | Çakar almaz | Bozuk, işe yaramaz şey. |
| # | Deyim | Anlamı |
|---|---|---|
| 101 | Çakı gibi | Canlı, çevik, dinç kimse. |
| 102 | Çalımından geçilmemek | Kibirli, kendini beğenmiş olmak. |
| 103 | Çalım satmak (caka satmak) | Gösteriş yapmak, böbürlenmek. |
| 104 | Çalıp çırpmak | Hırsızlık yapmak, eline geçen her şeyi çalmak. |
| 105 | Çam devirmek | Farkında olmadan pot kırmak, kırıcı söz söylemek. |
| 106 | Çam yarması | İri yapılı, güçlü kimse. |
| 107 | Çanak tutmak | Kavga çıkmasına veya kargaşaya yol açmak. |
| 108 | Çanak yalayıcı | Dalkavuk, çıkarcı kimse. |
| 109 | Çan çan etmek | Gereksiz yere sürekli konuşmak. |
| 110 | Çivi kesmek | Çok üşümek, donmak. |
| 111 | Çaptan düşmek | Eski gücünü, verimini yitirmek. |
| 112 | Çar çur etmek | Gereksiz yere harcamak, israf etmek. |
| 113 | Çarıklı erkânıharp | Kurnaz, uyanık ama eğitimsiz kimse. |
| 114 | Çark etmek | Geri dönmek, fikir değiştirmek. |
| 115 | Çarkına okumak | Bir şeyi bozmak, çalışamaz hâle getirmek. |
| 116 | Çarşamba pazarı | Karmakarışık yer. |
| 117 | Çarşaf gibi | Dalgasız, dümdüz, sakin. |
| 118 | Çat kapı | Aniden, beklenmedik anda. |
| 119 | Çat pat | Yarım yamalak, birazcık. |
| 120 | Çayı görmeden paçaları sıvamak | Henüz kesinleşmemiş iş için erken hazırlık yapmak. |
| 121 | Çehre züğürdü | Çirkin, suratsız kimse. |
| 122 | Çekeceği olmak | Başına dert geleceği belli olmak. |
| 123 | Çekidüzen vermek | Düzenlemek, toparlamak. |
| 124 | Çekip çevirmek | Yönetmek, düzeni sağlamak. |
| 125 | Dağa çıkmak | Eşkıyalığa başlamak, isyan etmek. |
| 126 | Dağa kaldırmak | Birini zorla kaçırmak. |
| 127 | Dağarcığına atmak | Öğrendiklerini belleğine yerleştirmek. |
| 128 | Dağdan gelip bağdakini kovmak | Sonradan gelenin eskileri dışlaması. |
| 129 | Dağ doğura doğura fare doğurdu | Büyük beklentiden küçük sonuç çıkmak. |
| 130 | Dağlara düşmek | Üzüntüden insanlardan uzaklaşmak. |
| 131 | Dağları devirmek | Büyük güçlükleri yenmek. |
| 132 | Dal budak salmak | Yayılıp genişlemek, karmaşık hâl almak. |
| 133 | Daldan dala konmak | Sürekli fikir veya konu değiştirmek. |
| 134 | Dalına basmak | Hoşlanmadığı şeyi yaparak öfkelendirmek. |
| 135 | Dallanıp budaklanmak | Genişleyip büyümek, karışık duruma gelmek. |
| 136 | Damdan düşer gibi | Yersiz, ansızın söz söylemek. |
| 137 | Damgasını vurmak | İz bırakmak; bazen kötü ün kazanmak. |
| 138 | Damokles’in kılıcı | Kişi üzerinde sürekli tehdit oluşturan durum. |
| 139 | Dananın kuyruğu kopmak | Olayın patlak vermesi. |
| 140 | Danışıklı dövüş | Önceden anlaşmalı aldatma, şike. |
| 141 | Dara düşmek | Sıkıntıya veya parasızlığa düşmek. |
| 142 | Dara getirmek | Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayırmamak. |
| 143 | Dar boğaz | Geçici sıkıntı, zor dönem. |
| 144 | Dar hayat | Sıkıntılı, güçlüklerle dolu yaşam. |
| 145 | Darda kalmak | Zor durumda kalmak, sıkıntıya düşmek. |
| 146 | Dar gelirli | Geliri az, geçimi zor kimse. |
| 147 | Darısı başına | “Benim mutluluğuma sen de eriş” anlamında. |
| 148 | Dar kafalı | Anlayışsız, yeniliklere kapalı kimse. |
| 149 | Davul çalmak | Bir şeyi herkesin duyacağı şekilde yaymak. |
| 150 | Defe (tefe) koymak | Dedikodusunu yapmak, alaya almak. |
| 151 | Defterden silmek | İlişkiyi kesmek, unutmak. |
| 152 | Defteri dürülmek | 1. İşten çıkarılmak. 2. Ölmek. |
| 153 | Defteri kapamak | İlgiyi kesmek, vazgeçmek. |
| 154 | Ecel aman verirse | “Ölmezsem, ömür yeterse” anlamında. |
| 155 | Ecel teri dökmek | Korkudan ter içinde kalmak. |
| 156 | Eceli gelmek | Ölüm vakti gelmek. |
| 157 | Eceline susamak | Tehlikeli işlere girişmek. |
| 158 | Eciş bücüş | Eğri büğrü, çirkin biçimli. |
| 159 | Edebiyat yapmak | Gereksiz, süslü sözler söylemek. |
| 160 | Efkâr dağıtmak | Sıkıntıyı gidermeye çalışmak. |
| 161 | Eğri gözle bakmak | Kötü niyetle bakmak. |
| 162 | Ekmeğinden etmek | İşinden çıkarmak. |
| 163 | Ekmeğine yağ sürmek | Başkasının işine istemeden de olsa yarar sağlamak. |
| 164 | Ekmeğini kazanmak | Geçimini sağlamak. |
| 165 | Ekmeğini taştan çıkarmak | En zor şartlarda geçimini sağlamak. |
| 166 | Ekmek elden su gölden | Başkasının kazancıyla yaşamak. |
| 167 | Ekmek kapısı | Geçim sağlanan iş yeri. |
| 168 | Ekmek parası | Geçim için kazanılan para. |
| 169 | Eksik gedik | Ufak tefek eksikler. |
| 170 | Ekşi yüz | Somurtkan, asık suratlı kimse. |
| 171 | El açmak | 1. Dilenmek. 2. Yardım istemek. |
| 172 | El altından | Gizlice, kimsenin haberi olmadan. |
| 173 | El atmak | Bir işe girişmek. |
| 174 | El ayak çekilmek | Ortalıkta kimse kalmamak. |
| 175 | El basmak | Yemin etmek. |
| 176 | El çabukluğu | Hızlı ve ustaca iş yapma becerisi. |
| 177 | Elde avuçta bir şey kalmamak | Parasını, malını tamamen harcamak. |
| 178 | Elde etmek | Sahip olmak, elde bulundurmak. |
| 179 | Elde kalmak | Satılamayıp elde kalan mal. |
| 180 | Elden ayaktan düşmek | Yaşlılık veya hastalıktan iş göremez olmak. |
| 181 | Elden çıkmak | Artık elinde olmamak, satılmak. |
| 182 | Elden düşme | Az kullanılmış eşya. |
| 183 | Elden ele dolaşmak | Pek çok kişi tarafından kullanılmak. |
| 184 | Elden geçirmek | Eksikleri düzeltmek, gözden geçirmek. |
| 185 | Elden gitmek | Kaybetmek, yitirmek. |
| 186 | Ele almak | İncelemek, konu edinmek. |
| 187 | Ele avuca sığmamak | Şımarık, zapt edilmez olmak. |
| 188 | Ele geçirmek | Sahip olmak, yakalamak. |
| 189 | El elde baş başta | Ne kâr ne zarar etmek. |
| 190 | Elekten geçirmek | Titizlikle seçmek, ayırmak. |
| 191 | El ele vermek | İş birliği yapmak, yardımlaşmak. |
| 192 | El emeği | Elle yapılan iş veya o işin karşılığı. |
| 193 | Ele vermek | Suçluyu ele bildirmek. |
| 194 | Eli açık | Cömert, eli bol. |
| 195 | Eli ağır | Yavaş iş yapan veya sert vuran kimse. |
| 196 | Eli altında olmak | Buyruğunda bulunmak. |
| 197 | Eli ayağı buz kesilmek | Korkudan donup kalmak. |
| 198 | Eli ayağı tutmak | İş yapabilecek gücü olmak. |
| 199 | Elini kolunu sallaya sallaya gelmek | Hiçbir şey getirmeden, rahatça dönmek. |
| 200 | Eli bayraklı | Kavgacı, şirret kadın. |
| # | Deyim | Anlamı |
|---|---|---|
| 201 | Eli bol | Cömert, malını esirgemeyen kimse. |
| 202 | Eli boş dönmek | Umduğunu bulamadan geri dönmek. |
| 203 | Eli böğründe kalmak | Çaresiz kalmak, elinden bir şey gelmemek. |
| 204 | Eli cebine gitmemek | Cimri olmak. |
| 205 | Eli çabuk | Hızlı iş gören kimse. |
| 206 | Eli darda | Geçim sıkıntısı içinde olan. |
| 207 | Eli değmemek | Zaman bulamamak. |
| 208 | Elifi görse mertek sanır | Cahil, okuma yazma bilmeyen kimse. |
| 209 | Eli hafif | İncitmeden, dikkatli iş yapan. |
| 210 | Eli kalem tutmak | Yazı yazmayı bilmek, yazabilmek. |
| 211 | Elinden iş çıkmamak | Çalışmaya elverişli olmamak. |
| 212 | Elinden tutmak | Yardımcı olmak, destek vermek. |
| 213 | Eline düşmek | Birine muhtaç olmak veya yakalanmak. |
| 214 | Eline su dökemez | Ondan çok aşağı seviyede olmak. |
| 215 | Elini çabuk tutmak | Acele etmek. |
| 216 | Elinin hamuruyla erkek işine karışmak | Bilmediği işe karışmak (özellikle kadınlar için). |
| 217 | Faka basmak | Tuzağa düşmek, aldatılmak. |
| 218 | Fareler cirit oynamak | Bir yerin ıssız, terk edilmiş olması. |
| 219 | Farkına varmak | Anlamak, fark etmek. |
| 220 | Felce uğramak | 1. İşin tamamen durması. 2. Organların çalışamaz hâle gelmesi. |
| 221 | Feleğin çemberinden geçmek | Hayatta çok tecrübe edinmiş olmak. |
| 222 | Fellik fellik aramak | Telaşla, her yerde aramak. |
| 223 | Felsefe yapmak | Gereksiz soyut konuşmalar yapmak. |
| 224 | Fena etmek | Kötü duruma sokmak, zarar vermek. |
| 225 | Fener alayı | Fenerlerle yapılan gece yürüyüşü. |
| 226 | Feragat sahibi | Özverili, fedakâr kimse. |
| 227 | Fermanlı deli | Tam deli olduğu bilinen kimse. |
| 228 | Ferman dinlememek | Hiçbir kural tanımamak. |
| 229 | Fesat kumkuması | Kötülük düşünen, ortalığı karıştıran kişi. |
| 230 | Fırıldak çevirmek | Hile yapmak, düzen kurmak. |
| 231 | Fırsat düşkünü | Kötülük veya çıkar için fırsat kollayan kimse. |
| 232 | Fikir almak | Birinden düşünce veya görüş öğrenmek. |
| 233 | Fikir vermek | Görüş bildirmek, yol göstermek. |
| 234 | Fikir yürütmek | Düşüncesini açıklamak, tahminde bulunmak. |
| 235 | Fincancı katırlarını ürkütmek | Güçlü kimseleri rahatsız edecek davranışta bulunmak. |
| 236 | Fink atmak | Gönlünce gezip eğlenmek. |
| 237 | Fiskos etmek | Gizlice ve alçak sesle konuşmak. |
| 238 | Fitil olmak | 1. Sarhoş olmak. 2. Aşırı kızmak. |
| 239 | Fitne sokmak | İnsanları birbirine düşürmek. |
| 240 | Fiyat biçmek | Değerini belirlemek. |
| 241 | Fiyatı dondurmak | Fiyat artışını durdurmak. |
| 242 | Fiyat kırmak | Fiyatı düşürmek. |
| 243 | Fol yok yumurta yok | Ortada hiçbir neden yokken bir şeyi varmış gibi görmek. |
| 244 | Fora etmek | Yelkeni açmak, serbest bırakmak. |
| 245 | Formül bulmak | Çözüm yolu bulmak. |
| 246 | Forsu kalmamak | Gücünü, saygınlığını kaybetmek. |
| 247 | Foyası meydana çıkmak | Gerçek yüzü, yalanı ortaya çıkmak. |
| 248 | Fütur getirmemek | Umutsuzluğa düşmemek, yılmamak. |
| 249 | Gafil avlanmak | Hazırlıksız yakalanmak. |
| 250 | Gaflet basmak | Uykusu gelmek. |
| 251 | Gam yememek | Üzülmemek, kaygılanmamak. |
| 252 | Gani gönüllü | Cömert, eli açık. |
| 253 | Gâvur etmek | Bir şeyi boşa harcamak, israf etmek. |
| 254 | Gâvur inadı | Katı, inatçı tutum. |
| 255 | Gazel okumak | Boş sözlerle oyalamak. |
| 256 | Gece kuşu | Geceleri dolaşan kimse. |
| 257 | Geceyi gündüze katmak | Sürekli çalışmak. |
| 258 | Geçer akçe | Beğenilen, aranılan, değerli şey. |
| 259 | Geçimini sağlamak | Yaşamak için gerekli olanı kazanmak. |
| 260 | Geçmişini karıştırmak | Birinin ölmüşlerini kötülemek. |
| 261 | Geçti Bor’un pazarı | Fırsatı kaçırmak. |
| 262 | Gel gelelim | “Fakat, ama” anlamında kullanılır. |
| 263 | Gelip çatmak | Vakti gelmek, yaklaşmak. |
| 264 | Gel keyfim gel | Keyifli bir hâli anlatan deyim. |
| 265 | Gel zaman git zaman | Aradan epey zaman geçtikten sonra. |
| 266 | Gemi azıya almak | Söz dinlemez hâle gelmek. |
| 267 | Geniş gönüllü | Telaşsız, hoşgörülü kimse. |
| 268 | Geri basmak | Geri geri gitmek. |
| 269 | Geri çekilmek | Geri gitmek, vazgeçmek. |
| 270 | Geri çevirmek | Reddetmek, geri göndermek. |
| 271 | Geri durmamak | Kaçınmamak, girişmek. |
| 272 | Geri hizmet | İkinci plandaki görev. |
| 273 | Geri kafalı | Yenilikleri kabul etmeyen kimse. |
| 274 | Gıcık tutmak | Öksürük veya boğaz gıcığı tutmak. |
| 275 | Gıcık vermek | Kızdırmak, sinirlendirmek. |
| 276 | Gık dememek | Hiç ses çıkarmamak. |
| 277 | Gına gelmek | Bıkmak, usanmak. |
| 278 | Gırla gitmek | Bol bol sürmek, akıp gitmek. |
| 279 | Gırtlağına kadar borca girmek | Çok borçlanmak. |
| 280 | Gırtlak gırtlağa gelmek | Kıyasıya kavga etmek. |
| 281 | Gidiş o gidiş | Gidip dönmemek. |
| 282 | Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca | İkisi de aynı, fark yok demek. |
| 283 | Ha babam (ha) | Durmadan, sürekli. |
| 284 | Habbeyi kubbe yapmak | Küçük şeyi büyütmek. |
| 285 | Haber uçurmak | Gizlice haber göndermek. |
| 286 | Ha bire | Sürekli, durmadan. |
| 287 | Hacet kalmamak | Gereği olmamak. |
| 288 | Hacı ağa | Parası çok ama kültürü az kimse. |
| 289 | Haddine mi düşmüş! | “O kim, bunu nasıl yapar?” anlamında küçümseme. |
| 290 | Haddini bildirmek | Sınırını öğretmek, haddini göstermek. |
| 291 | Haddini bilmek | Kendi sınırını, gücünü bilmek. |
| 292 | Haddi zatında | Aslında, gerçekte. |
| 293 | Hafife almak | Küçümsemek. |
| 294 | Hak getire | “Yok, bulunmaz” anlamında. |
| 295 | Hak kazanmak | Emeğinin karşılığını almak. |
| 296 | Hakkı geçmek | Birinde emeği bulunmak. |
| 297 | Hakkından gelmek | Cezalandırmak, alt etmek. |
| 298 | Hakkını helâl etmek | Hakkını bağışlamak. |
| 299 | Hakkını vermek | Gereğini yapmak, emeğe karşılık vermek. |
| 300 | Hakkını yemek | Hakkını vermemek, haksızlık etmek. |
| # | Deyim | Anlamı |
|---|---|---|
| 301 | Hakk-ı sükût (sus payı) | Konuşmaması veya bir şeyi açıklamaması karşılığında verilen yarar. |
| 302 | Hâlden anlamak | Başkasının durumunu sezmek, empati göstermek. |
| 303 | Hâle yola koymak | Düzenlemek, düzene sokmak. |
| 304 | Hâli vakti yerinde | Maddi durumu iyi, varlıklı kimse. |
| 305 | Halis muhlis | Katışıksız, saf, temiz. |
| 306 | Halka verir talkını kendi yutar salkımı | Başkalarına öğüt verip kendisi uymamak. |
| 307 | Hallaç pamuğu gibi atmak | Bir şeyi darmadağın etmek. |
| 308 | Halt etmek | Uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak. |
| 309 | Hangi dağda kurt öldü? | Beklenmedik davranış karşısında söylenir. |
| 310 | Hangi rüzgâr attı? | “Ne oldu da geldin?” anlamında kullanılır. |
| 311 | Incığını cıcığını çıkarmak | Her ayrıntıyı kurcalamak, incelemek. |
| 312 | Ikınıp sıkınmak | Kendini çok zorlamak. |
| 313 | Isıtıp ısıtıp önüne koymak | Eski konuyu sürekli gündeme getirmek. |
| 314 | Iska geçmek | Hedefi ıskalamak, önem vermemek. |
| 315 | Iskartaya çıkarmak | İşe yaramaz sayıp kenara atmak. |
| 316 | Işığı altında | Bir durumu göz önünde bulundurarak. |
| 317 | Işık tutmak | Bilgiyle bir konuyu aydınlatmak. |
| 318 | İbret almak | Kötü olaydan ders çıkarmak. |
| 319 | İcabına bakmak | Gereğini yapmak, cezalandırmak. |
| 320 | İç çekmek | Üzüntüyle derin nefes almak. |
| 321 | İç etmek | Bir şeyi gizlice kendine mal etmek. |
| 322 | İç gıcıklamak | Duyguları uyandırmak, tahrik etmek. |
| 323 | İçi açılmak | Ferahlamak, rahatlamak. |
| 324 | İçi cız etmek | İçten sızlamak, üzülmek. |
| 325 | İçi çekmek | Canı istemek, arzulamak. |
| 326 | İçine işlemek | Derinden etkilemek, dokunmak. |
| 327 | İçi çıfıt çarşısı | Karışık, düzeni olmayan iç dünya. |
| 328 | İçi dışı bir | Düşündüğünü açıkça söyleyen dürüst kimse. |
| 329 | İçi dışına çıkmak | 1. Kusacak kadar rahatsız olmak. 2. Sarsıntıdan etkilenmek. |
| 330 | İçi erimek | Çok üzülmek, kaygılanmak. |
| 331 | İçi geçmek | Uyuya kalmak; ilgisini yitirmek. |
| 332 | İçi gitmek | Çok istemek. |
| 333 | İçi içine sığmamak | Heyecanını gizleyememek. |
| 334 | İçi kan ağlamak | Büyük üzüntü duymak. |
| 335 | İçi kazınmak | Açlıktan mide ezilmesi hissetmek. |
| 336 | İçinden gülmek | Gizlice gülmek, alay etmek. |
| 337 | İçinden okumak | Sessiz okumak veya sessiz sövmek. |
| 338 | İçinden pazarlıklı | Sinsi, gizli planları olan. |
| 339 | İçine atmak | Derdini kimseyle paylaşmamak. |
| 340 | İçine dert olmak | Yapılamayan bir şeyden dolayı üzülmek. |
| 341 | İçine doğmak | Bir şeyin olacağını önceden hissetmek. |
| 342 | Kabak (birinin) başına patlamak | Bir olayın zararının beklenmedik kişiye dokunması. |
| 343 | Kabak tadı vermek | Sıkıcı hâle gelmek, bıktırmak. |
| 344 | Kabına sığmamak | Sevinçten taşkın davranmak. |
| 345 | Kabir azabı çekmek | Büyük sıkıntı içinde olmak. |
| 346 | Kabuğuna çekilmek | İnsanlardan uzaklaşmak. |
| 347 | Kaçın kur’ası | Kurnaz, tecrübeli kimse. |
| 348 | Kafadan atmak | Düşünmeden, rastgele konuşmak. |
| 349 | Kafadan kontak | Aklı kıt, düşüncesiz kişi. |
| 350 | Kafa dengi | Uyumlu, anlayışı benzer kimse. |
| 351 | Kafa patlatmak | Bir konu üzerine çok düşünmek. |
| 352 | Kafa tutmak | Direnmek, karşı gelmek. |
| 353 | Kafası almamak | Anlayamamak, kavrayamamak. |
| 354 | Kafası işlemek | Zekâsı iyi çalışmak. |
| 355 | Kafası kazan olmak | Gürültü veya yorgunluktan rahatsız olmak. |
| 356 | Kafası kızmak | Öfkelenmek. |
| 357 | Kafasına dank etmek | Birdenbire anlamak, farkına varmak. |
| 358 | Kafasına koymak | Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek. |
| 359 | Kafası yerinde olmamak | Dalgın, yorgun veya kafası karışık olmak. |
| 360 | Kafese girmek | Tuzağa düşmek, hapse girmek. |
| 361 | Kafese koymak | Hileyle tuzağa düşürmek. |
| 362 | Kâğıda dökmek | Yazıya geçirmek. |
| 363 | Kâğıt üzerinde kalmak | Uygulanmadan, sadece sözde kalmak. |
| 364 | Kalbini kırmak | Üzmek, incitmek. |
| 365 | Kalburla su taşımak | Boş iş yapmak. |
| 366 | Kalbur üstü | Seçkin, üstün kimse. |
| 367 | Kaldırım mühendisi | İşsiz, boş gezen kişi. |
| 368 | Kaale almamak | Ciddiye almamak, önem vermemek. |
| 369 | Kalem efendisi | Yazı işlerinde çalışan memur. |
| 370 | Kalem oynatmak | Yazı yazmak. |
| 371 | Kaleyi içinden fethetmek | Karşı tarafın desteğiyle başarıya ulaşmak. |
| 372 | Kalıbını basmak | Bir şeyin doğruluğuna kesin inanmak. |
| 373 | Kalıbının adamı olmamak | Görünüşüne layık olmamak. |
| 374 | Laçka olmak | Gevşemek, bozulmak. |
| 375 | Lafa boğmak | Gereksiz konuşarak konuyu uzatmak. |
| 376 | Laf altında kalmamak | Söze karşılık vermek. |
| 377 | Laf aramızda | “Aramızda kalsın” anlamında. |
| 378 | Laf atmak | Uzaktan sataşmak, laf sokmak. |
| 379 | Lafa tutmak | Konuşarak birini oyalamak. |
| 380 | Laf ebesi | Çok konuşan, her işe karışan kişi. |
| 381 | Madik atmak | Hileyle aldatmak. |
| 382 | Mahalle karısı | Görgüsüz, kavgacı kadın. |
| 383 | Mahalleyi ayağa kaldırmak | Gürültüyle herkesi telaşlandırmak. |
| 384 | Mahkemelik olmak | Mahkemeye düşmek. |
| 385 | Mahşer midillisi | Fitneci, kısa boylu kimse. |
| 386 | Mahşer gibi | Çok kalabalık. |
| 387 | Makaraları koyvermek | Kahkahaya boğulmak, kendini tutamamak. |
| 388 | Makas almak | Birinin yanağını parmakla sıkmak. |
| 389 | Malın gözü | Aşağılık, arsız veya çok becerikli kimse. |
| 390 | Mânâ çıkarmak | Sözden yanlış anlam çıkarmak. |
| 391 | Mânâ vermek | Yorumlamak, anlam yüklemek. |
| 392 | Maneviyatı bozulmak | Morali bozulmak. |
| 393 | Mantar gibi yerden bitmek | Birdenbire çoğalmak. |
| 394 | Maraza çıkarmak | Kavga veya anlaşmazlık çıkarmak. |
| 395 | Martaval atmak | Yalan, uydurma söz söylemek. |
| 396 | Mart içeri pire dışarı | Biri gelirken ötekinin gitmesi. |
| 397 | Masal okumak | Gerçek olmayan, oyalayıcı söz söylemek. |
| 398 | Nabza göre şerbet vermek | Karşısındakinin hoşuna gidecek şekilde davranmak. |
| 399 | Nabzını yoklamak | Düşüncesini, eğilimini anlamaya çalışmak. |
| 400 | Nalıncı keseri gibi kendine yontmak | Her işte kendi çıkarını gözetmek. |







