Sait Faik Abasıyanık Kimdir, Edebî Kişiliği ve Hayatı Hakkındaki Bilgiler Nelerdir?



"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi ? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti, yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum, öptüm. Yazmasam deli olacaktım."
 

Hayatı

DT: 1906 Kasım
ÖT: 11 Mayıs 1954

18 Kasım 1906’da Mehmet Faik Bey ve Makbule Hanım’ın oğlu alarak Adapazarı’nda dünyaya gelmiştir. Ailesi Adapazarı’nın tanınmış ailelerindendir. Aile Abbasızadeler olarak bilinirdi, soyadı yasasından sonra Abasıyanık soyadını almışlardır. Varlıklı bir aileden gelen Sait Faik, ilköğrenimi özel bir okul olan Rehber-i Terakki’de başladı. Devamında Adapazarı İdadisinde iki yıl kadar okudu. Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla İstanbul’a taşındılar. Eğitimine orada devam etti. Bir süre İstanbul Edebiyat Fakültesinde eğitim aldı. Fakat babasının isteği üzerine Fransa’ya ekonomi okumaya gitti. Fransa’da kaldığı zamanlarda Fransızca öğrendi. Sait Faik, orada bohem bir yaşam sürmeye başladı. Babası bunu fark edince okulun tamamlamasını beklemeden onu geri getirtti. Yurda döndükten sonra bir süre Türkçe öğretmenliği yaptı. Babası oğlunun ticarete atılmasını istiyordu, bu yüzden ona bir ticarethane açtı. Fakat Sait Faik işleri yürütemedi, iş yeri battı. Bunun üzerine ticareti beceremeyeceğini anlayınca bir dönem muhabirlik yapmaya karar verdi. Babasının ölümü üzerine işlerin başına geçti. Geri kalan yaşamını babasından kalan mal varlığı ve yazılarıyla geçinmeye başladı.

Alkolü fazla tüketmesinden dolayı 1945 yılında siroz hastalığına yakalandı. Bu hastalık yazarın edebî kişiliğinin oluşmasını büyük ölçüde etkilemiştir. Tedavi için Fransa’ya gitti. Fakat çok kısa bir süre sonra yurda geri döndü. Birçok eserini bu dönüşten sonra yazmıştır. Edebî yaşamını hızlandıran yazar dikkat çeker.  Bunun sonucunda Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Mark Twain Derneği tarafından yazara 1953’te onur üyeliği verilir. Atatürk’ten sonra bu dernek tarafından üyelik verilen ikinci Türk’tür. Sait Faik bundan onur duyduğunu ifade etmiştir.

11 Mayıs 1954’te hastalığının ilerlemesi sonucu vefat etmiştir. Yazar, Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Ölümünün ardından Burgaz Adası’ndaki köşkleri müzeye çevrildi. Sait Faik, hastalığının başladığı dönemden ölümüne kadar yaklaşık on yıl bu evde yaşamıştı.

Anneannesi Makbule Hanım, oğlu adına her yıl bir armağan verilmesini istedi. Bundan dolayı her yıl öykü dalında yılın en iyisine verilmek üzere Sait Faik Hikâye Armağanı verilmeye başlandı. Bu yıl(2020) da yazarın ölüm yıl dönümü olan mayıs ayında 66.sı düzenlenen Sait Faik Hikâye Armağanı, Ethem Baran tarafından kaleme alınan “Döngel Dünya” adlı esere verilmiştir. İlk kez bu ödülü alan ise “Gazoz Ağacı” adlı eseriyle Sabahattin Kudret Aksal’dır.(1955)

Edebî Kişiliği

Edebiyat dünyasıyla lise yıllarında tanıştı. İlk şiiri “Hamal”, ilk hikâyesi ise “Uçurtmalar” adlı eseridir. Sait Faik de birçok sanatçı gibi edebiyat dünyasına şiirler başlamıştır fakat şair yönü hikâyeciliğinin gölgesinde kalmıştır.

“İşte konuşuyorlar. Ne konuşuyorlar acaba? Bir vapurun projektörü yarı aydınlık odayı ışık içine daldırıyor. Sevdiğim kız yemek yerken çirkinleşmiyor. O kadar şen, o kadar sıhhatli ki yediğinin farkında olmuyor. Arkadaşımın yüzünde hep neşeli şeyler var. Ağzında bir lakırdı. Ne söylüyor merak ediyorum. İşte bu yüzden hikâye yazarım. İşte bu merak yüzünden hikâyeci geçinirim.” ve  “Edebiyatın bir heves, bir arzudan çok bir iç ihtilalinin fışkırması olduğunu bilmez değilim. Fakat her heveskâr gibi, ben de içimde bir ihtilâl varmış gibi yazı yazdım…”[1]sözleri ile sanatını nasıl icra ettiğini söylemiştir. “Yazmasam deli olacaktım.” sözleri ise yazarın iç dünyasındaki birikmişliği anlatan en güzel cümledir. 

İlk hikâyelerinde Maupassant ve Ömer Seyfettin’in etkisini görmek mümkündür. Reşat Nuri ve Refik Halit Karay’dan da etkilendiğini bazı eserlerinde sezmek mümkündür. Dikkat edersek ilk öykülerinde “olay öyküsü” yazarlarının yolundan gitmiştir. Fransa’ya gidip geldikten sonra ise kendine has bir üslup yakalamayı başarmıştır. Yazar Türk edebiyatında Çehov tarzı yani durum öyküleri ile bilinir. Hayatın içinden bir kesit sunan yazar bu alanda oldukça başarılı olmuştur.

İlk hikâyelerinde dönemin modası olan toplumcu-gerçekçi çizgide eserler veren sanatçı gittikçe bireysel çizgide eserler vermeye başlamıştır. Sait Faik’in hikâyelerinde “gözlem” önemli yere sahiptir. 206 hikâyesinden 169 tanesi ben merkezlidir. Bu da gözlemin eserlerinde ne kadar önemli olduğunu gösterir. Başka bir deyişle Sait Faik eserlerinde bir nevi hatıralarını görüyoruz. Hikâye kahramanları genellikle balıkçılar, serseriler, meyhanede, parkta, kenar mahallelerde gördüğü yoksullardan seçmiştir. Bu kişileri verirken yaşadıkları çevreye uygun olarak verir.

Tabiat da hikâyelerinin vazgeçilmez bir ögesidir. Martılar, balıklar, deniz eserlerinde yer bulmuştur.

Roman ve hikâyelerinde mekân olarak Adapazarı, Bursa, İstanbul’u seçmiştir. İstanbul onun vazgeçilmez mekânıdır. Bu yüzden “İstanbul öykücüsü” olarak da anılmıştır.

Hikâye ve romanlarında kısa cümleleri tercih etmiştir. Bu da şiirsel bir hava yakalamasını sağlamıştır. Sade ama büyüleyici bir üslubu vardır. Anlatımındaki samimilik eserlerini sevdirmiştir. Yer yer argo da kullanmıştır. Fakat bu argo dilini bayağılaştırmamıştır.

Eserlerinde yoğun bir insan sevgisi vardır. Yalnızlığı sevmemektir. Doğaya, insanların arasına karışmayı sevmektedir. “Hişt Hişt” adlı hikâyesinde bir kesit: “Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

Hişt hişt!

Hişt hişt!

Hişt hişt!

Yazarın öykücülüğü üç döneme ayrılmaktadır:

Birinci dönemde toplumcu-gerçekçi bir çizgide eserler vermiştir. Bu dönem eserlerinde zenginlere karşı emekçi insanları desteklemiştir. İnsan sevgisi ön plandadır. Küçük insanların mutlu dünyasını konu edinmiştir. Semaver, Sarnıç, Şahmerdan bu dönemin ürünleridir.

Orta dönemde yazar üslubunu geliştirmiştir. Argo ve günlük konuşma dili eserlerinde görülmeye başlandı. Dönemin sonuna doğru şiirsel bir dil geliştirdi. Bu dönemde dikkat çeken başka bir özellik ise Nurullah Ataç’ın etkisiyle “ve” bağlacını kullanmamasıdır. Hastalığının etkisiyle bu dönemdeki hikâyelerinde insan korkusu, boşvermişlik ve umutsuzluk göze çarpar. Lüzumsuz Adam, Son Kuşlar bu dönemde yazılan eserleridir.

Son dönemde ise “sürrealizm”in etkisinde eserler vermeye başlamışır. “Alemdağda Var Bir Yılan” eseri bu geçişin en güzel ürünüdür. Sait Faik sirozun etkisiyle umutsuzluk duygusunu eserlerinde sıkça işlemiştir. Toplumun baskısından bunalmıştır, bu bunalma onu sevdiği İstanbul’dan bile soğutmuştur. “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” bu sözler son dönemini açıkça ifade ediyor.

“Sait Faik’e göre asıl hikâye, çekişmeler ve çatışmaların yaşam ve geçim kavgası ile ilgili olan yanında değil, onun ötesinde kalan yaşama sevincinde saklıdır. O, Küçük Adamların, bir araya gelerek oluşturduğu insan yığınının, hayata karşı tavrını, direnme noktalarını, sevgi ve umutla yoğurarak, bize sunmaktadır. Hikâyelerinde, kalabalıklaşan insan yığınlarından meydana gelen büyük şehirlerin, bireysel ve toplumsal çözülmeye nasıl gebe kaldığını Küçük Adam’ın penceresinden bize aktarır.” [2]

Sait Faik modernizmi esas alan bir sanatçı olarak modern Türk hikâyeciliğinin kurucuları arasında yer alır. Çehov tarzı hikâyeleriyle geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır.

Sait Faik iki tane de roman yazmıştır: Medar-ı Maişet Motoru ve Kayıp Aranıyor. Romanları teknik bakımdan zayıftır. Hikâyelerindeki sağlam tekniği romanlarına aktaramamıştır.

Şairlik yönü de bulanan Sait Faik şiirlerini Şimdi Sevişme Vakti adı atında kitaplaştırmıştır. Şiirlerinde bir hikâye havası vardır. Hikâyelerinde de bir şiir havası vardır. İlk dönemlerde heceyle şiir yazarken son dönemlerinde serbest tarza şiirler yazmıştır.

O ve Ben

Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak.
Hayır değil, değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı.
Gözlerine bakmalıyım
Sesini işitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem
Bana su, bana ekmek, bana zehir
Bana tat, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.

Eserleri:

  • Öykü: Semaver, Sarnıç, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Kumpanya, Havuz Başı, Son Kuşlar, Alemdağda Var Bir Yılan…
  • Roman: Medarı Maişet Motoru(Birtakım İnsanlar), Kayıp Aranıyor
  • Çeviri: Yaşamak Hırsı (Georges Simenon)
  • Röportaj: Mahkeme Kapısı

Hazırlayan: Ramazan Direkçi

İçeriklerimiz, pdf anlatımlar dahil, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nca korunmaktadır. Telif haklarının herhangi bir şekilde ihlali, başka yerlerde isimsiz yayımlanması, çeşitli kitap kaynaklarında izinsiz yer alması, içeriğin izinsiz kopyalanıp başka bir isimle tanıtılması vb. ile yapan kişi, kişiler veyahut kurumlar hakkında gerekli işlemler başlatılacaktır. 
 Türkçe ve Edebiyat yönetimi.

Daha yeni Daha eski